NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
أَبُو مُعَاوِيَةَ
مُحَمَّدُ
بْنُ خَازِمٍ
عَنْ الْحَسَنِ
بْنِ عَمْرٍو
عَنْ
مِهْرَانَ
أَبِي
صَفْوَانَ عَنْ
ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ قَالَ
رَسُولُ اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ مَنْ
أَرَادَ
الْحَجَّ
فَلْيَتَعَجَّلْ
îbn Abbas'dan; demiştir
ki: Resûlullah (s.a.v.);
"Haccetmek isteyen
kimse acele etsin" buyurdu.
İzah:
Îbn Mâce, menâsik;
Ahmed b. Hanbel, I, 214, 225, 323, 355.
Bu hadis-i şerif,
üzerine hac farz olan bir kimsenin hac mevsimi gelir gelmez hemen hacca gitmesi
lâzım geldiğini, sonraki yıla bırakmanın caiz olmadığını, bir başka ifadeyle,
hac farizasının fevrî olduğunu te'hirin caiz olmadığını söyleyen îmâm-ı Ebû
Hani-fe, Mâlik, Ebû Yûsuf, Ahmed ve bazı Şafiî imamları (r.a.)'in görüşlerini
desteklemektedir. Yine Ahmed b. Hanbel'in Musned'inde İbn Abbas'-dan merfû'
olarak rivayet ettiği; "Hacca gitmekte acele ediniz. Çünkü hiç biriniz
ileride karşısına hangi engelin çıkacağım bilemez"[el-Fethu'r-Rabbanî
XI, 16.] mealindeki hadis-i şerif'de
haccın farziyyetinin fevrî olduğuna delâlet ettiği gibi "Haca da, umreyi
de Allah için tam yapın"[Bakara 196.] ayeti kerimesi ve Beyhakî'nin
rivayet ettiği "Mekke'ye gitmekte acele ediniz. Çünkü hiçbiriniz ileride
hangi hastalığın veya hangi ihtiyacın kendisine engel olacağım bilemez"
anlamındaki hadis ile Sa'îd b. Mansûr'un Sûnen'inde Abdurrahmân b. Sâbit'den
rivayet ettiği, "Kim kendisine engel olan bir hastalık, zalim bir sultan
yahutta kaçınılmaz bir ihtiyaç olmadığı halde hacca gitmeden ölürse, o kimse
ister Yahudi olarak ister Hıristiyan olarak nasıl isterse öyle ölsün,
farketmez"[bk. Gazâlî, İhyâu ulûmiddîn, I, 239; el-Mubârek fûrî Tuhfetu'1-ahvezî, III, 540.]
anlamındaki hadis de hac farizasının fevrî olduğunu göstermektedir. Çünkü
haccın farziyyetinin fevrî olmaması haccın hükmünü farz olmaktan çıkarır. Zira
hac farizasının terâhî üzere emredilmiş olması halinde, insanın bu farizayı
tehir etmesinin ve bu esnada vefat etmesinin günah olmaması gerekir. Allah
Te'âlâ ve Tekaddes Haz-retleri'nin hem hac farizasını edâ etmeyi geciktirmeye
izin verip, hem de geciktirdiğinden dolayı hac edemeden öldüğü için onu Yahudi
ve Nasranî olarak ölmüş kabul etmesi düşünülemez. Bu durum onun mutlak adaletiyle
bağdaşmaz. Üzerine hac farz olan bir kimsenin, haccı zamanında yapmadan ölmesi
halinde İslâm'dan çıkmış sayılması, hac farizasının fevrî olduğunu gösterir.
İmâm-ı Şafiî, el-Evzaî,
Es-Sevrî ve Muhammed b. el-Hasen'e göre ise hac, terâhî üzere farz olmuştur.
Yani haccın farz olmasının şartları gerçekleşir gerçekleşmez, haccın hemen
edası gerekmez, sonraki yıllara te'hiri caizdir. Te'hirinden dolayı, günahkâr
olunmaz. Nevevî'nin beyanına göre İbn Abbâs, Enes, Câbir, Atâ ve Tâvûs'un da bu
görüşte olduğu, el-Mâverdî tarafından nakl edilmiştir.
Bu görüşte olan ilim
adamlarının delilleri şudur: hac hicretin 6. yılında farz kılınmıştır.
Resûlullah (s.a.v.) Mekke'yi hicrî 8. senenin Ramazan ayında fethetmiş, aynı
senenin Şevval ayında orada bulunanlara haccetmelerini emrederek Medine'ye
gitmişti. O sene kendisi haccı edâ etmediği gibi kendisiyle birlikte Medine'de
bulunan pek çok ashâb-ı kiram da hac etmelerine hiç bir engel yokken Medine'de
kaldılar, hacca gitmediler. Hicretin 9, senesinde Tebûk Gazvesi olmuştu.
Rasûl-i Ekrem bu sene de halka haccetmelerini emretti ve hac farizasını
yapmalarını sağlamak üzere Hz. Ebû Bekr'i başlarına hac emîri olarak
görevlendirdi. Kendisi de Medine-i Münevvere'ye gitti. Yine bu sene de Rasûl-i
Ekrem'i ve Medine'de bulunan ashabı hacdan alıkoyan herhangi bir savaş veya
maddi bir imkânsızlık yoktu. Nihayet Resûl-i Ekrem, aileleri ve sahâbileri ile
birlikte hac farizasını hicretin 10. senesinde edâ etti. Bu durum haccın
terâhi üzere farz olduğunu gösterir. Zira eğer haccın farziyyeti fevrî olsaydı,
o zaman Resûl-i Ekrem ve ashabı üzerlerine farz olan hac borcunu hicretin 10.
yılına kadar te'hir etmezlerdi.
Yine Şafiî imamlarından
Nevevî'nin beyânına göre bu delil hem İmâm-i Şafiî hem de ashabın büyük
çoğunluğunun delilidir. Bu konuda Şafiî ulemasından Beyhakî'de İmâm-ı
Şafiî'nin bu görüşünün sağlam haberlere dayandığını söyledikten sonra Şafiî
ulemasının diğer bir delili olarak da Buharı ve Müslim'in Ka'b b. Ucre'den
rivayet ettikleri şu hadisi naklediyor:
Nebi (s.a.v.) Mekke'ye
girmezden önce Hudeybiye'de Ka'b ihrama girmiş. Çömleğin altına ateş yakarken
O'nun yanına uğramış, Ka'b'ın yüzünden, bitler akıyormuş. Resûlullah (s.a.v.)
"Bu böcekler sana
eziyet vermiyor mu?" diye sormuş Ka'b
Evet! cevabını vermiş.
"Öyle ise, başım tıraş
et de bir farak zahireyi altı fakir arasında taksim et yahut üç gün oruç tut
veya bir hayvan kes" buyurmuşlar. Farak, üç sa' olan bir
ölçektir.[Müslim, hac; Buhârî, Muhsar] Bunun üzerine "İçinizden hasta
olana veya başından bir sıkıntısı olana tıraş için oruç veya sadaka veya
kurbandan ibaret bir fidye vardır,"[Bakara 196.] ayet-i kerimesi nazil
olmuştur. Bu durum haccın, hicretin 6. yılında farz olduğunu gösterir.
Resûlullah (s.a.v.)'in, hiç bir -engel olmadığı halde o sene haccetmeyip,
haccını gelecek senelere ertelediği ise, bilinen bir gerçektir.
Bütün müslümanlar
Huneyn Savaşı'nın Mekke'nin fethinden sonra olduğunda ve Rasûl-i Ekrem
(s=a.)'in o sene umre yaptıktan sonra hac mevsimine az bir zaman kaldığı halde
hac etmeden Medine'ye gittiğinde ittifak etmişlerdir. Bu da haccın fevrî
olmadığını gösterir. Çünkü eğer fevrî olsaydı o zaman hac farizasını eda
etmeden Medine'ye gitmezdi. Zira hac etmelerine mani hiçbir sebep yoktu.
Resül-i Ekrem bu ertelemeyi yaparken haccın fevrî olmayjp terâhî üzere farz
olduğunu, binâenaleyh diğer senelere ertelemenin caiz olduğunu göstermek ve
İslâm daha da geliştikten sonra büyük bir halk kitlesi ile haccederek orada
okuyacağı bir hutbe ile İslâm'ın genel bir tasvirini yapmak istiyordu.
Yine Beyhakî'nin
beyânına göre, haccın terâhi üzere farz olduğuna dâir Şafiî ulemâsının diğer
bir delili de Hz. Enes'in rivayet ettiği şu hadîs-i şeriftir:
Resûlullah (s.a.v.)'e
birşey sormaktan nehy olunmuştuk. Bundan dolayı çöl halkından aklı başında bir
adam gelerek biz de dinlemek şartıyle Nebi (s.a.v.)'e sual sorması çok hoşumuza
giderdi. Derken çöl halkından bir adam geldi ve:
Ya Muhammedi Bize senin
elçin geldi de şöyle bir lakırdı etti: Güya sen Allah'ın seni Nebi gönderdiği
iddiasında bulunuyormuş-sun öyle mi? dedi. Resûlullah (s.a.v.):
"(Evet) doğru
söylemiş" buyurdu. O zât:
Şu halde gökyüzünü
yaratan kimdir? diye sordu. Resûlullah (s.a.v.): "-Allah'dır"
buyurdu. Adam:
Ya yeri kim
yaratmıştır? dedi. Nebi (s.a.v.): "-Allah" cevabım verdi. Adam:
(Peki) şu dağları kim
dikti; ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı? diye sordu. Nebi (s.a.v.);
"Allah"
buyurdu. Adam:
Öyle ise gökyüzünü ve
yeri yaratan, şu dağları diken Allah aşkına seni Allah mı gönderdi? dedi.
Resûlullah (s.a.v.):
"Evet"
buyurdu. Adam:
Hem senin elçin
gündüzümüzle gecemizde beş (vakit) namaz farz olduğunu söyledi, dedi.
Resûlullah (s.a.v.):
"Doğru
söylemiş" buyurdu. (Yine) o zat:
Öyle ise seni gönderen
Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.v.);
"Evet" cevabım
verdi. Adam:
Elçin bize
mallarımızdan zekât vermenin farz olduğunu söyledi, dedi. Nebi (s.a.v.):
"Doğru
söylemiş" buyurdu. Adam:
Seni gönderen Allah
aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.v.) yine;
"Evet"
buyurdu. Adam:
Elçin bize yılda bir
Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi, dedi. Nebi (s.a.v.):
"Doğru
söylemiş" buyurdu. Adam:
Seni gönderen Allah
aşkına, bunu sana Allah mı emretti? dedi. Resûlullah (s.a.v.):
"Evet"
buyurdu. Adam:
Elçin bize, yoluna gücü
yetenlerimize Beyt'i hac etmenin farz olduğunu söyledi dedi. Nebi (s.a.v.);
"Doğru
söylemiş" buyurdular. Enes demiş ki: Sonra o adam:
Seni hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin olsun ki, bu farzlardan ne fazla yaparım ne de eksik,
diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.);
"Yemin olsun, eğer
bu adam doğru söyledi ise, mutlaka cennete girer" buyurdular.[Buhârî,
ilim; Müslim, İmân; Tîrmizi, zekât; Nesâî, sıyâm; Dârimî, vudu']
Nevevî'nin de dediği gibi
Buhârî ve Müslim'in ittifakla rivayet ettiği bu hadis-i şerifte çölden gelerek
soru sorduğu ifâde edilen şahıs Dımam b. Sa'lebe'dir. Bu zâtın Rasûl-i Ekrem'e
soru sormak üzere geldiği sene Muhammed b. Habib'e ve diğer bazı kimselere göre
hicretin 5. senesidir. Bazıları bu senenin hicretin 7. senesi olduğunu, Ebû
Ubeyd de 9. senesi olduğunu söylemiştir. Bütün bunlar, Rasûl-i Ekrem'in üzerine
hac farz olur olmaz hemen hacca gitmeyip, gelecek senelere ertelediğini ve
dolayısıyla haccın fevri olmayıp terâhî üzere farz olduğunu gösterir. Bu
sebeble sözü geçen bu âlimler, haccı erteleyen kimsenin şahitliğini muteber saymışlardır.
Şâyel haccı ertelemek caiz olmasaydı bu işi yapan kimsenin şâhidliğini kabul
etmezlerdi.
Yine Şafiî ulemâsından
İmâm Nevevî diyor ki:
Bir emrin fevrî
olduğuna dâir bir karine bulunmadıkça o emrin terâhî ifâde ettiği kabul edilir.
Hac farîzasıyle ilgili emirlerin fevrî olduğuna delâlet eden bir karîne
yoktur.
Şafiî ulemâsı mevzûmuzu
teşkil eden ve haccın ertelenmemesini emreden Ebû Dâvûd hadisini şöyle te'vil
etmişler:
1. Bu hadis zayıftır.
Çünkü senedinde Mihrân Ebû Safvan vardır. Aynı şekilde "Hacca gitmekte
acele ediniz..." anlamındaki Ahmed b. Han-bel hadisi de zayıftır.
2. Bu hadisteki hacca
gitmekte acele etmekle ilgili emir farziyyet değil, mendûbluk ifâde eder.
3. Bu hadis Şafiî'nin
aleyhine değil, lehine bir delildir. Çünkü hadiste geçen "haccetmek
isteyen" sözü, hac farizasının fevrî olmadığına, bilâkis hac etme
zamanının kişilerin isteğine bırakıldığına delâlet eder,
4. "Kim kendisine
engel olan bir hastalık, zâlim bir sultan, kaçınılmaz bir ihtiyaç olmadığı
halde hacca gitmeden ölürse o kimse ister Yahudi ister Hris.tiyan olarak ölsün,
farketmez!" hadisi ise, haccın farz olduğuna inanmadığı için hac etmeyen
kimselerle ilgilidir. Çünkü farziyyetine inandığı halde sadece ihmalciliğinden
dolayı hacca gitmeden ölen bir kimsenin kâfir olmayıp sadece âsi ve günahkâr
olarak öldüğüne dâir icmâ vardır.
5. Karine bulanmadığı
takdirde, bir emrin fevrîliğine değil, fevrî olmadığına hükmedilir. Şayet
fevrîliğine hükmedildiği kabul edilse bile, Rasûl-i Ekrem efendimizin hac
farizasını üzerine farz olduğu sene eda etmeyerek sonraki yıllara ertelemiş
olması hac emrinin terâhi ifâde ettiğine dâir bir karine teşkil eder.
6. Zamanından
geciktirilmiş olarak yapılan hacca kaza değil, edâ ismi verildiğinde ilim
adamları arasında görüş birliği vardır. Bu ittifak Kadı Ebu't-Tayyib ve Kadı
Huseyn gibi ilim adamları tarafından nakledilmektedir. Bu durum haccın terâhi
üzere emrolunduğunu gösterir. Şayet fevr üzere emredilmiş olsaydı,
geciktirilerek yapılan hacc için "edâ" değil "kaza" tabiri
kullanılırdı.
Bu mevzûdaki her iki
tarafın delillerini gördükten sonra şunu söyleyebiliriz: İmâm-ı Şafiî'nin
kuvvetli delilleri olduğu ve mü'minler için bir genişlik getirdiği
söylenebilirse de, İmâm Ebû Hanife (r.a.) ve taraftarlarının delilleri de
kuvvetli ve daha ihtiyatlıdır. Ayrıca Şafiî ulemâsının konumuzu teşkil eden
Ebû Dâvûd hadisine zayıf demeleri doğru değildir. Çünkü bu hadis İmâm Ahmed
tarafından hasen bir senedle rivayet edilmiştir.[es-Sa'âtî, el-Fethu'r-Rabbânî,
X, 21.]